Adem ve Havva mitinin mitolojik & astro teolojik kökeni

Adem ve Havva… İnsanların ilk ataları… İbrahimi dinlerin yaratılış öyküsü…

Evrim bilim bütün kanıtları ile reddededursun, insanlar ısrarla kökenlerimizin Adem ve Havva’ya dayandığına inanacak ve hiç bir kanıta dayanmamasına rağmen bunu canhıraş savunacaktır.

Savunacaktır çünkü bunun inkarını içinde bulunduğu dinin inkarı olarak nitelendirir. Tanrı’yı ve dinini inkar etmeyi istemez.

Bu yazıda Adem ve Havva mitinin semavi dinlerde nasıl anlatıldığına değinmeyeceğim. Zira tahmin ediyorum ki, meselenin mitolojik kökenini arayarak bu yazıyı okumaya gelenler bu meselenin Tevrat ve İncil ve Kur’an’da nasıl ele alındığını, meseleye hangi cenahtan yaklaşıldığını biliyorlardır.

İnsanlığın mitleri Adem ve Havva’dan ibaret değil elbet. Ama Adem ve Havva, hemen her bireyin sorduğu ve sormak zorunda olduğu “biz nereden geldik” sorusuna cevap veren önemli bir mittir.

Bu konuda farklı yaklaşımlar ve teoriler de ileri sürüldü. Mesela, Zekeria Shitzin; sümer metinlerinden yola çıkarak, Adem’in değilse de Adem ve Havva’ya denk gelen iki karakterin, sümerin kadim Tanrıları Enki ve Enlil’in arasındaki çekişmenin bir meyvesi olarak ortaya çıktığını, işin mimarının sümer Tanrısı Enki olduğunu iddia etti. Ona göre Sümerlilerin heykellerini yaptıkları bu Tanrı’lar mitolojik bir efsane değil, Nibirhu isimli bir gezegenden gelen insanüstü, canlı kanlı varlıklardı. Enki, gök Tanrısı An’ın büyük oğlu olmasına rağmen, baba bir ana ayrı erkek kardeşi olan Enlil tahta varis olmak bakımından avantajlı konumdaydı. Bu dengeyi bozmak amacıyla yerde yani dünyada kendine taraftar bir canlı türü ortaya çıkarmak için, Anunnakiler (Diğer Sümer Tanrıları) arasında bir huzursuzluk çıkartmış, bu huzursuzluğu bastırmak ve çalışmak istemeyen İgigi’leri yani Nibirhu’nun vatandaşlarını teskin etmek için, onlara kulluk, kölelik edecek bir varlık yaratmayı vaad etmişti. Shitzin’e göre Enki, Sümer’lilerin kurnaz Tanrı’sı idi. Nihayet, Enki ve Baş Tanrı An’ın kızı Ninmah ile maymun dna sında değişiklik yaparak insanların ilk atalarını var edecekti. Bunlar, Enlil’in malikanesinin bahçesine gözetlenmeleri için yerlestirilir. Mekanın adı Aden’dir. Bu kelimenin Kuran’daki Adn cennetleri kavramı ile benzerliği dikkat çekicidir. Yine Sümer hikayesinin Shitzin yorumuna göre, üreme kaabiliyetine sahip olmamaları gereken bu iki insanın üreyebildiklerini ve bilinen tabiri ile Havva’nın hamile olduğunu gören Enlil deliye döner ve bu ikisini “bahçe” sinden kovar. Malumunuz, cennet demek bahçe demektir. Sümer metinlerinin Shitzin’in “Antik Astronotlar” teorisi açısından yorumlanmış olan bu versiyon kulağa heyecan verici geliyor. Aslında Shitzin bu konuyu çok daha fazla detayı ile ele alıyor. Fakat ben burada sadece basit bir özet vermekle yetineyim.

Zekeria Shitzin’in bu teorisinin, sadece Adem ve Havva kıssası bakımından değil A’dan Z’ye anlattığı öykü bakımından çelişkili yönlerini ayrı bir yazıda ele alacağım. Bu nedenle burada bu konuya değinmeyeceğim. Ama şimdilik şunu söyleyeyim ki Adem ve Havva kıssasının kökeni Zekeria Shitzin’in anlattığı öykü değil.

Asıl konuya girmeden önce Adem kavramını, manevi bir okuma ile ele alan Kaygusuz Abdal’ı saygı ile anmadan geçemeyeceğim:

“Bu adem dedikleri
El ayakla baş değil
Adem manaya derler
Suret ile kaş değil”

Kuran’a göre Adem ve Havva kıssası (Kuran’da Havva ismi geçmemekle birlikte) yerde değil gökte olan bir hadisedir. Diğer mitler de buna yakındır. Şeytan / Yılan, Havva’ya yaklaşır ve yasak ağacın meyvesinden yeme konusunda Havva’yı ikna eder. Adem ve Havva, bu yasak ağacın meyvesinden yediklerinde Tanrı buna sinirlenir ve Şeytanla beraber Adem ve Havva’yı yer yüzüne gönderir. Bu bir düşüş, bir iniştir.

Kıssanın bazı versiyonlarında Adem ve Havva, elma yerken bazı versiyonlarında buğday yerler. Bu meyve yemenin ardınca kısa bir yargılama yapılır ve Adem ve Havva, yere / dünyaya indirilir. İndirildikleri yer cennet olduğuna göre, ceza olarak indikleri yer cennete nazaran daha kötü bir yerdir.

Bütün kadim inanışların tümünde ortak olan, benzer veya paralel olan söylencelerden kuşkulanırsak, bunların aralarındaki bağları görmeye başlayabiliriz. Sümer metinleri Adem Havva kıssası gibi bir dizi başka Semavi din öğretisinin zaman itibariyle kendisinden önceki öğretilerin bir sekilde kopyası, benzeri olduğunu gösterdi.

Dini inançlarını muhafaza gayesinde olan kimseler, “Canım ne var bunda; ilk insanı yaratan Tanrı, ondan sonra gelen peygamberlerin kıssalarını vahiyle bildirmiştir, Sümerliler de kendilerinden önce bilinen bu kıssaları aktarmaktadır” şeklinde savunma argümanı geliştirseler de, aynı metinlerde Tanrı tarafından gönderilen peygamberlerden hiç bahsedilmemesi ve dinen Sümerlerden sonra yaşanmış olması gereken Musa, İsa gibi peygamberlere atfedilen kıssaların benzerlerinin Sümer Babil Akad metinlerinde ortaya çıkması konuyu dindarlar bakımından zor bir patikaya sürüklemiştir.

Esasen özellikle kuzey yarımküredeki eski olsun, yeni olsun tüm dinlerin birbirleri ile olan yakın bağları, bağlantıları bize gerçege ulaşmamız yolunda çok büyük bir imkan sunmaktadır.

Teoloji konusunda araştırma yapan ve gerçeği aradığını iddia eden herkes şu soruları sorarak basit bir başlangıç yapabilir:

Neden bütün dinlerde 12 rakamı özel bir öneme sahiptir ? Yakup’un 12 oğlu, Musa’nın 12 kavmi, İsa’nın 12 havarisi, Şia’nın 12 imamı… Bu 12 örneklerini bu konuya az bile hakim olanların aşinalıklarına dayanarak verdim. Yoksa 12 rakamı, kuzey yarımküredeki bütün dinlerde temel bir husustur.

Neden bütün dinlerde 7 rakamı özel bir yere sahiptir ? Bir hafta neden 7 gündür ?

Neden bütün dinlerde 40 rakamı özel bir öneme sahiptir ?

Bunların hepsi ile ilgili ayrı yazılar yazacağım. Biz konumuza dönelim…

Özellikle 12 rakamının peşine düşüp bütün izleri sabırla takip ederseniz varacağınız yer Güneşin gök yüzünde bir yıl boyunca uğradığı burçları gösteren Zodyak çizelgesidir.

“Biz kimiz ve burada ne işimiz var” sorusunu ilk soran bizler değiz. En eski atalarımız da bu onulmaz derdin pesine düştüler ve başlarına gelen olaylara determinist izahlar aradılar. Nihayet yeteri derecede gözlem yaptıklarında, yerin, tabiatın, hava sıcaklığının, ağaçların ürünlerinin, hayvanların yavrulamasının güneşin hareketleri ile ilişkili bir biçimde değiştiğini farkettiler. Bu göğün yeri etkilediği anlamına geliyordu. Ayrıca, güneş gündüz vakti görmemizi sağlıyordu. Bu sayede, avlanarak ya da ağaçlardan meyve toplayarak karnımızı doyurabiliyorduk. Avcı toplayıcı aşamadan, tarım toplumuna geçiş muhtemelen çok zor oldu ve çok uzun bir zaman gerektirdi.

Neyi ne zaman ekeceğini bilmezsen nasıl tarım yapabilirsin ?

İşte neyi ne zaman ekeceğimizi belirleyen en temel etken güneşti. Güneş bütün tabiatı etkiliyor ve yönlendiriyordu. Bu nedenle kutsanmayı da hak ediyordu.

Yeterli araştırmayı yaparsanız göreceksiniz ki kuzey yarımküredeki butün dinlerin bütün Tanrıları ve/veya peygamberleri, temel olarak Güneşin 12 burç içindeki hareketlerinin öykülestirilmiş biçimleridir.

Peki bu burç meselesi de nereden çıktı ?

Elinde kağıt kalem yoksa, Nasa diye bir kuruluş da yoksa Güneşi, bir zaman belirteci olarak nasıl kullanabilirsin ?

Burçlar, güneş doğmadan önce, tam doğacağı yerde beliren takım yıldızlara verilen isimlerdir. Eğer zamanı gök tayin ediyorsa, belki gökteki bazı işaretler bize rehberlik edebilir. İşte bu takım yıldızlar, güneşin vaktinin habercisidir. Güneş doğmadan hemen önce ve fakat tam doğacağı yerde görünen takım yıldızlar bize yol gösterebilir, hayali takvimimizdeki çentikler gibi çalışabilir.

Buraya kadar her şey çok güzel. Peki bu takım yıldızları, gökyüzündeki onlarca yıldızdan nasıl ayırabiliriz. Bu konuda öykülendirme ve yıldız noktalarını bir araya getirerek onları bir hayvana, bir nesneye benzetme iyi bir çözüm oldu.

Güneş, bir yıllık döngüsü içerisinde bu şekilde 12 takım yıldıza eşlik ediyor, kendi doğumundan hemen önce, doğacağı bölgede bu 12 takım yıldızdan biri beliriyor, bu durum bu gün bizim ay dediğimiz bir süre boyunca devam ediyor, sonra aynı yerde başka bir takım yıldız yer alıyordu. Nihayet 12 zaman yani 12 ay sonra döngü yeniden başlıyordu. İşte burçlar bu şekilde ortaya çıktı. Her biri için bir şekil belirlendi.

Mutlaka yeryüzünün farklı yerlerinde farklı isimlendirmeler olmuş ve fakat bunların içinde hikayeleştirmeye en elverişli olan, en yaygın olan hayatta kalmış, diğerleri unutulmuştur.

Burçlardan sonra ikinci bir mesele, güneşin mevsimsel döngüsü ve burçlar yani aylar boyunca güneşin yer yüzünü nasıl etkilediğinin belirlenmesidir. Hayali takvimimizin çentikleri gökde belirgin olduğuna göre, hangi burç zamanında yerde ne olduğunu bilebiliriz. Yaz ne zaman, kış ne zaman, bahar ne zaman….

Hangi burçta hangi ürün olur ? Hangi burçta kışın ve soğuk günlerin başladığını anlarız ? Bunlar bizim için şu anda entelektüel bir merak ve yazı konusu olsa da, atalarımız için bir şaka veya eğlence değil hayat memat, ölüm kalım meselesiydi.

Artık dikkatler gök yüzüne çevrilmiş, yerde ne olacağını göğe bakan ve ileride kendisine rahip, din adamı denecek kişiler haber vermeye başlamıştı. Gök hakkındaki dikkatli gözlemler bir mesleği ortaya çıkarıyordu.

Bu gözlemler sırasında, ilk baharı başlatan Balık burcundan sonra yer yüzünün adeta ölümünden sonra dirilip yeşile boyandığı, bu gün bizim 21 Mart dediğimiz tarihte gece ve gündüz süresinin eşit olduğu, Yengeç burcunda 21 Haziran’da en uzun gündüz en kısa gece, 21 Eylül’de eşit gündüz ve gece, 21 Aralıkta en uzun gece en kısa gündüz yaşandığı anlaşıldı.

Yukarıdaki şekilde görüldüğü üzere, gündüzün zirve yaptığı 21 Haziran tarihini en üste gelecek şekilde burçları bir daire etrafında dizerseniz, solda 21 Mart ile sağdaki 21 Eylül tarihlerinin üst kısmında kalan ayların bolluk, bereket ayları olduğunu, alt kısımda kalan ayların, kış, soğuk, yokluk ayları olduğunu görebilirsiniz. Yukarısı yaz, cennet, erkek, sıcak, aydınlık, ışık, beyaz ve nihayet Tanrı gibi olumlu kavramları temsil ederken, zıddı olan aşağı bölge, kış, cehennem, kadın, soğuk, karanlık, siyah ve şeytan gibi kavramları temsil eder. Daha doğrusu hikayeleştirmelerde bu kavramlar bu ayları temsil eder.

Her ne kadar gündüzlerin en uzun olduğu 21 Haziran Yengeç burcu ufukta güneşin en çok yükseldiği zirve noktası olsa da, kadim toplumlar güneş için zirve olarak Arslan burcunu tercih etmişlerdir. Güneş arslan burcunda sadece gücün değil, olgunluğunun da zirvesindedir.

Gelelim Adem ve Havva kıssasının Zodyak çemberindeki öyküsüne…

Bu açıklamaları yapmadan bu konuyu anlatamazdım. Daha önce değindiğim gibi, bütün kıssaların Tanrı veya peygamber olarak gördüğü bütün kutsal kişiler Güneştir. Adem güneştir. Adem, güneşin Arslan burcundaki olgun konumudur. Adem yani güneş, kendi burcundan bir sonraki burç olan Havva’ya yani Bakire (Virgin) / Başak burcuna yaklaşır. Bakire burcunun tüm kadim çizimlerinde ayağının altında bir yılan vardır. Ayrıca, Güneşin Başak burcuna ilerlemesi sırasında yılan şeklinde betimlenen bir başka takım yıldız, Başak Burcu takım yıldızına doğru hareket eder. Bu, tablo Yılanın / Şeytan’ın cennete (zodyakta üst yarım küre) girmesi ve Adem ve Havva’ya yaklaşması olarak hikaye edilir.

Bakire (Virgo) yani Başak burcu elinde bir buğday başağı tutan kadın olarak betimlenir. Bu nedenle bazı kıssalarda Adem ve Havva buğday yerler. Başak burcu aynı zamanda Elma meyvesinin olgunlaştığı aydır. Bu nedenle bazı kısslarda Adem ve Havva elma yerler. Güneş 21 Haziran’dan sonra her gün ufuk çizgisinde daha düşük bir konumda zirve yapmaya başlar. Bu düşüşün tehlike sinyali Başak burcunda verilir. Adem yani Güneş, elma yenildiği mevsimde düşmeye başlar. Başak burcundan hemen sonra Terazi burcu gelir. Bu düşüş, gece ile gündüz uzunluğunun eşitlendiği 21 Eylül’e yani Terazi burcuna kadar sürer. Bu güne kadar güneş aslında sadece gücünden kaybetmiştir. Gündüzler hala gecelerden daha uzun sürmektedir. Fakat, 21 Eylül bir karar anıdır. O günden sonra geceler uzamaya, gündüzler kısalmaya, güneşin ısıtıcı, can verici etkisi giderek azalmaya başlar. İşte adından da belli olacağı üzere, Güneş terazi burcunda mahkemeye / Tanrı huzuruna çıkarılır ve O’na neden elma yediği, yasak ağaca yaklaştığı sorulur. Terazi burcu aynı zamanda hasat yapılan ve hesap kitabın kapatıldığı bir aydır. Mahkeme ayıdır. Yargılanan ve mahkum edilen güneş Zodyak çemberinde “aşağıya”, “yere” indirilir, sürgüne gönderilir.

Yukarıdaki zodyak çemberinde, 21 Eylül’den 21 Mart’a uzanan bir çizgi çekin. Bu çizgi sırat köprüsü, aşağısı da cehennemdir. Yukarı kısım cennettir. Kısslardaki tüm zıtlıklar bu iki bölümle anlatılır.

Kıssa’da güneş yani Adem, Havva yani Başak / Bakire burcu ile çiftleşir. Bu aydan sonrası soğuktur ve örtünme ayıdır. Örtünme ile neyi kastettiğimi anladığınızı farz ediyorum. Kıssalardaki örtü meselesi de yine güneşin hikayesidir. Güneş, bulutlarla örtülür, perdelenir. Artık o perde arkasındadır. Kıssaların bu versiyonlarına daha sonra değineceğim.

Güneş yani Adem Havva ile yani Başak burcu ile çiftlesince, doğal olarak çocukları olması lazım gelir. Bu nedenle, Başak burcundan sonra 9 ay saydığınızda ikizler burcuna gelirsiniz. Buradan da Habil ve Kabil kıssası çıkar. Bu kıssaya daha sonra başka bir yazıda değineceğim.

Adem topraktan yaratılmıştır. Başak burcu Toprak gurubunda olan bir burçtur. Eski insanlar, evrenin 4 ana elementten meydana geldiğini düşünüyorlardı. Hava, Su, Toprak, Ateş. Adem, yani insan yerde olan bir varlık olduğu için ve öldüğünde toprak olup, toprağa geri döndüğü için Adem’in toprak grubu elementten var edildiği düşünüldü.

Sonuç olarak, sadece Adem ve Hava kıssasının, Güneşin gökteki hareketleri ile izah edilmesi başlangıç aşamasında size pek tatmin edici gelmemiş olabilir. Ama neredeyse bütün kıssaların, kutsal rakamların Zodyak ile makul bağlantısını gördüğünüzde hayata ve olaylara bakış açınız çok ciddi olarak değişecek. Bu kıssalar ilk çıktıklarında amaç halkı mevsimler hakkında ne zaman ne yapmaları gerektiği hakkında bilgilendirmekti. Malumunuz, okul, kitap, internet yok. Sadece dilden dile dolaşan ve uzun kış gecelerinde ateşin başında anlatılan öyküler var. O öyküler bu gün din oldular…

Ali Aksoy