
Kıymetli arkadaşlar, daha önce söylediğim gibi şimdi size 73 fırka hadisiyle alakalı kısa bir aktarım yapayım. Aslında bu merak ettiğim bir konu. O yüzden arşivimde 73 fırka başlığı altında önemli dosyalarım var topladığım. Şu an oraya giremeyeceğim, zamanım müsait değil. İnşallah ayrı bir ana başlık altında sizinle belge belge toplayacağız onları. Konuşacağız ama şimdi ben size bu 73 fırka ile alakalı kısa bir bilgi vereceğim. Bunu da geçiştireceğiz. Bundan sonra konumuza yine kültürel açıdan Alevilikle devam edeceğiz ama bugün 73 fırka hadisine şöyle bir göz atalım bakalım.
Din insanı dünyada ve ahirette mutluluğa eriştirmeyi hedefleyen, insan ile Tanrı arasındaki ilişkiyi düzenleyip insanı yaratıcısına yönlendiren ilahi bir yoldur. Dinle ilgili genel klasik tanımı budur. İlahi emir ve yasakların Allah tarafından peygamber aracılığıyla insanlara bildirilmesidir. Amacı nedir? İnsanı hem dünyada hem ahirette mutluluğa götürmesidir. Ve ilahi bir yoldur bu. Yüce Allah Hz. Adem’den itibaren insanlara tevhid eksenli bir inanç paradigması vahy etmiş. Hz. Muhammed’in şahsında ise bu din İslam olarak adlandırılmıştır. Tevhid eksenli bir inanç paradigması, güzel bir cümle.
Bu hari ile İslam önceki peygamberlerin tebliğ ettiği tevhid inancının nihai halidir. Yani İslam, diğer dinlerden farklı bir din değildir. Hz. Adem hangi dini getirmişse Hz. İsa, Hz. Musa, Hz. Nuh hangi dini getirmişse Hz. Muhammed de aynı dini getirmiş, sallallahu aleyhi ve sellem. Bu din tevhid dinidir. Tevhid ne demek? Sadece Allah’a inanmak ve Allah’a tapmak demektir. Allah ile ara girecek bütün engelleri ortadan kaldırmak yani şirkten kurtulmak. Din öz bu.
Kur’an’ın yeniden ifade ettiği tevhid paradigması İslam toplumunun şekillenmesinde hareket noktası konumundadır. İslam bireysel bağlamda madde ruh dengesini, sosyal bağlamda toplum birliğini, ferdi ve sosyal hayat bağlamında dünya ahiret dengesini ve birliğini vurgular. İnsan hayatında bir taraf aleyhine bozulmamasını kabul eder ve kabul ve telkin eder. Din öyle bir şey ki ne dünyası için dinini, ne dinin için dünyasını terk etme yok. İkisini beraber götürme var yani. İşte bu, izahı da kabul edelim zor bir olay ama bazılarının dediği gibi bırakın dünya onların olsun. Size ahiret yeter. Belki tasavvufi bir ifade bu ama Müslüman hem dünyanın hakimi olmalı, hem de ahiretin hakimi olmalı. Birisi için birini terk etme değil. Tabii ki tercih edilecekse biz ahireti için dünyamızı terk edeceğiz ama bu hiçbir zaman dünya hakimiyetini kafirlere, münafıklara bırakmak manasına algılanmamalı. Bu yanlış bir ifadedir.
Şimdi geldik hadisimizin. Tam metnini okumayacağım, özetle şöyle bir ifade var hadis-i şeriflerde: Yahudiler 71 fırkaya ayrıldılar. Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır. Ve hadisin devamında bu 73 fırkanın içerisinde bir tanesi kurtuluşa erecek, diğeri de yoldan çıkacaktır, diyor özet bir ifadeyle. Ümmeti Muhammed 73 fırkaya ayrılacak mış. Bu 73 fırkanın bir tanesi ehli hidayet, diğeri de sapkınlığa giren gruplar olacak. İş böyleyse yandık yani. O zaman hangi tarikat, efendimizin bahsettiği müjdelediği tarikat veya cemaat olacak, diğerleri kimler olacak? Biz şu an hangi grubun içerisindeyiz? Bizim tuttuğumuz, gittiğimiz yol, işte şu girişimimiz, bu durumumuz, hangisinin içerisinde? Biz ehli necat mıyız yoksa sapkın grubun içerisinde miyiz? Gerçekten ciddi riskli bir olaydır.
Tabii bu hadisin bu şekilde varlığı da şu an tartışılıyor. Böyle bir hadis-i şerifin varlığı da şu an hadis kriterleri açısından tartışılıyor. Velakin var olsa bile bu hadisin algılanması ve anlaşılması nasıl bir şey, bu da ciddi olarak tartışılması gereken bir noktadır. Hatta bu hususta isimlerini de bildiğiniz bazı İslam alimleri kolları sıvamışlar ve dünya çapındaki bütün İslami grupları 73’e bağlamışlar. Oradan koparmış, buraya eklemiş, oradan uzatmış, buradan kısaltmış. Bütün dünyadaki Müslümanları 73 bölüğe ayırmış. İşte bunların içerisinde bir tanesi ehli sünnet, ehli kurtuluş, ehli necat, diğerleri de sapkın grup.
Şimdi Alevilik bazından baktığımız zaman burada fırka-i naciye diye bir tabir kullanılıyor. Fırka-i naciye, kurtuluşa ermiş bir grup. Kim bu fırka-i naciye? Peygamberin sülalesinden gelen, onun seyitlerin yolundan giden falan kendileri diğerleri. Tamam. Sen o zaman git o yolundan sen o işin kurtuluşu ehli ol. Ama öyle şunun bunun eteğine yapışmakla olmuyor bu iş. Allah’ın koyduğu bir ölçü bir sınır var. Emir ve yasaklar zinciri var yani. Yani dinin kendi paradigması var, tabir caiz ise. Sen bu sınır içinde giriyorsan kurtuluşa erersin. Yoksa işte bazı tarikatların, tarikatçıların dediği gibi bizim şeyhimize intisap eden bir insan ne olursa olsun kurtulacak. Ve bizim şeyhimiz onu kurtaracak. Onu eteğine yapışan sırat köprüsünden uçarak geçecek. Dinin hiçbir noktasında böyle bir olay yok. Bu hususta kendimizi kandırmayalım.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra dini anlama, algılama, yorumlama ve yaşamada farklılaşmalar başladı. Bu gayet doğaldır. Çünkü hiç kimse efendimizin yaşadığı zamanki gibi yaşama hakkına sahip değildir. Hatta sahabenin içerisinde bile sıkıntılar olmuş. Hatta sahabeden bir tanesi, hanzala, yanlış hatırlamam kalmadıysa, bir gün evde eşiyle çocuğuyla falan otururken böyle bir sıkıntı yaşıyor. Böyle gevşek durumundan dolayı, o performansının düşüklüğünden dolayı bunalmaya giriyor. Ve hızla evinden çıkıyor. Efendimizin yanına doğru gidiyor. Kendi durumunu anlatacak ona. Yolda giderken Hz. Ebubekir ile karşılaşıyor. Diyor ki, hanzala, ne oldu? Valla, diyor, bende öyle hali var ki efendimizin yanındayken başka bir insanım. Eve eşimin çocuğumun yanına gittiğim başka bir insanım. Demek ki, diyor, bende bir münafıklık alameti var. Hz. Ebubekir, Allah Allah, diyor, ben de aynı halden muzdaribim. Ve beraber efendimizin yanına gidiyorlar. Efendimize diyor ki, hanzala, nafakahanzalete. Ey Allah’ın Resulü, hanzala münafık oldu.
Nedir? Diyor ki, böyle böyle, ey Allah’ın Resulü, senin yanındayken uçacak hale geliyorum. Böyle manen şallanıyorum. Eve gittiğim zaman, diyor, bütün kanatlarım yere iniyor. Böyle sörsüyorum. Böyle sıradan bir insan halinde oluyorum. Demek ki, diyor, bende bir münafıklık var. O da diyor ki, Allah’ın Resulü, anen feanen, diye ifade eden şeyle, ey hanzala, diyor, insanların bir anı bir anına uymaz, bir anı bir anına uymaz, bir anı bir anına uymaz. Eğer siz benim yanındaki halinizi muhafıza edebiliyor olsaydınız, gökten melekler iner, sizinle musafaha ederlerdi. Siz hiçbir zaman bu halinizi koruyamayacaksınız. Ama içinde bulunduğunuz zaafın farkında olun ve riske düşme karşısında şeytana karşı tetikte olun, diye ona tavsiyelerde bulunuyor. İşte oradan dönüyoruz kendimize. Efendim şuraya gitmek, buna katılmak, buna oy vermek, bunun peşinden gitmek hiçbir zaman insana bir kurtuluş getirmez. İnsanın Allah’ın koyduğu ölçüde dini yaşaması ona kurtuluş getirir. Bu da bilinmesi gereken bir şeydir.
Evet, efendimizin vefatından sonra dini anlama, algılama, yorumlama ve yaşamada farklılaşmalar olduğu ve olabilecek bir şey demiştik. Bunda bir sıkıntı yok. Müslümanlar arasında farklılaşmaların en önemlisi ise siyasi alanda olan farklılaşmalardır. İslamı Müslümanlar kim yönetecek? Efendimizden sonra kim halife olacak? Kim olursa olsun, eğer yapılacak şey Allah’ın dinini yaşamaksa, ha şu olmuş ha bu olmuş ne fark ediyor? Sana kim bu saltanatlılık yapacaksa yapsın yani, kim fark ediyor? Ha demek ki, ısrarla bu işin peşine düşülüyorsa, bunun arkasında başka planlar var. Siyasi mezhepler zamanla dinleştirildiler. Dini referans alarak kullanma sürecinde sadece kendilerini doğru kabul eden diğer grupları ötekileştirdiler. Sapkınlıkla, bidatçılıkla, din dışılıkla suçladılar. Zamanla birbirlerine karşı yabancılaştılar ve aralarında kanlı mücadelelere giriştiler.
Şimdi ben ilahiyat fakültesinde okurken arkadaşlarımızla tartışmalara giriyorduk. Herkesin gittiği, yani kaldığı yurt başka, mensup olduğu cemaatler başka falan, işte Müslümanların birleşmeleri gerekiyor falan, konuşmalar oluyordu. Tabii herkesin kendine göre böyle bir yolu var. Birisi diyor ki, o zaman tamam diyor, hadi gelin bizim cemaatle birleşelim. Olur mu diyor, işte bizim cemaatle birleşmemiz lazım. Dolayısıyla yine o masanın etrafından herkes kalkıyor, kendi cemaatinin yoluna devam ediyor. Bu da ayrı bir olay.
Bu süreçte ben fazla da 73 fırka hadisini referans olarak kullandılar. Çünkü her cemaatin lideri ne diyor? İşte ümmet 73 fırkaya ayrılacak. İşte biz bu kurtuluşa eren cemaatiz. Diğerleri yoldan çıkmış gruplar. Bir başka yerdeki tarikatın mensubu da böyle diyor. Onun şeyi de böyle söylüyor yani. Ne acı bir olay. Her mezhep ya da tarikat fırka-i naciye olma özelliğini kendi grubu ile özdeşleştirdi. Kendilerinin dışındaki grupları ise cehennemlik olarak görmeye başladılar. Fanatizm diyebileceğimiz bu tavır mezheplerin din gibi algılanmalarına sebep oldu. Müslümanların birlikteliğini sağlayacak asgari müşterekler üçtür: tevhid, nübüvvet ve mea’d. Yani ahiret.
Yani insanın tevhid inancı varsa, Allah’tan başka bir ilaha tapmamayı kendisine şiar olarak kabul etmişse, Allah’ın gönderdiği peygamberi ve onun getirdiği vahyi kabul etmişse ve bu dünyanın sonunda bütün yaptıklarının hesabını vereceği bir ahiret inancı varsa o adam kurtulmuştur. Hangi tarikata, hangi cemaate, hangi mezhebe mensup olursa olsun, hangi dilden yaşarsa yaşasın, hangi ülkede, hangi çağda yaşarsa yaşasın, o insan kurtulur. Ama hiçbir zaman Kabenin dibinde oturan bir insan da bu hususta Kabenin selam vermekle kurtuluşa eremez. Yani Allah’ın tevhid inancına boyun eğmedikçe, sen bütün gün Kabenin karşısında izlesen bile, o dev binalardan orada namaz kılsan bile, eğer gerçekten içinde tevhid inancı yoksa o hiçbir zaman kurtuluşa eremez.
Kur’an kendi bütünlüğü içinde anlaşılmalı, parçacı yaklaşımlardan şehle ve zahire takılıp kalmaktan kaçınılmamalı. Müslümanların dini, zihniyeti vahy ve akıl ekseninde olarak doğru bilgi zeminin dayalıdır. Müslüman demek ki bütün ölçüsü vahy ve akıl ölçüsüne göre olmalı. Önce kriterleri vahye dayanmalı ve bunu akıl süzgecinden kendisi içselleştirmeli ve kabul etmelidir. Yani hazmetmelidir bir insan. İnsanın iman konusunda bazı şüpheleri olabilir. Bu gayet doğaldır. Bu şüpheleri aşacak, kitabi bilgiyle kendini donatması lazım. Dolayısıyla sakın ha korkmayın. İşte falanca tarikat mı, falanca cemaat mi, biz iyi miyiz, kötü müyüz, saptık mı, battık mı diye korkuya kapılmayın. Eğer kendi vicdanı ölçüleriniz içerisinde Allah’ın kitabına uygun hakiki bir Müslümanlığı yaşamaya çalışıyorsanız kurtulacaksınız. Yoksa efendim hangi derneğe kayıtlı olursan ol, hangi cemaate, hangi partiye, hangi bilmem nereye, efendim hangi ülkede yaşıyorsan yaşa, hangi çağda yaşıyorsan yaşa, hiçbir zaman şunun veya bunun içine entegre olmak seni kurtarmayacaktır. Bu da şuurlu bir Müslüman’ın bilmesi gereken ve bildiği ana bir konudur. Ve selam, hayırlı akşamlar.