Ahlaksız Evrim – 5

Bilginin, Kültürün, İnanışın Evrimi…

Bir varlığın tüm vasıflarını belirleyen süreç, onun ürettiklerini de belirleyecektir. Sebep sonuç silsilesinde yani nedensellik kanununda genellikle girdiler değiştikçe çıktılar da değişir.

Bilgi, şeylerin ve durumların tanımlaması, isimlendirilmesidir. Kültür ise, mantıklı bir silsile içerisinde kümelendirilip nesilden nesile aktarılan önemli bilgidir. Önemli oluşu, onun gerçekten önemli olup olmamasından değil, onun o şekilde değerlendirilmesinden kaynaklanır. Dolayısıyla, önemlilik tanımlaması da aslında o durum hakkındaki “bilgi” dir. Canlıdan canlıya, çevreden çevreye, zamandan zaman değişen göreceli bir bilgi…

Bilgi, varlığın iletişime geçtiği diğer bir şeye verdiği tepkiden doğar. İletişim, farkındalık doğuran ve bu suretle bilgi haline gelen bir tepkiye yol açar. İletişim, tesadüfe dayanabileceği gibi iradi de olabilir.

Evrim araştırmacıları, bir molekülün bir diğeri ile olan ilk iletişimini tesadüfe dayandırırlar. Tesadüfle başlayan iletişimin farkındalığa dönüşmesi ve bir bilinç yüklenmesi için “hayat”a, “can”a ihtiyacı vardır. Evrim araştırmacıları, ölmemeyi yani varlığını sürdürmeyi dileyen bu canlanmanın nasıl başladığını bilemiyorlar. Ancak burada konumuz bunun nasıl başladığı değil. Konumuz, hangi şekilde başlamış olursa olsun, bu evrim serüveninin neticeleridir.

Yani farkındalık, diğer bir deyişle hayat sahibi ilk yaşamın tesadüf ve bilinçli karşılaşmalardan sonra edindiği bilgi ile tüm benliğini evirip çeviren cendere içerisinde bu güne nasıl eriştiğidir.

Evrilen sadece bedenler değildir. Canlının içinde bulunduğu çevre ve sahip olduğu bilgi de evrilmektedir.

İletişim, özellikle iradi / bilinçli iletişim, koşullara uyum sağlayarak hayatta kalmaya sebep olduğu müddetçe evrim tarafından kayırılacaktır. Deliller irdelendiğinde, evrim cenderesinin bilenle bilmeyeni bir tutmadığını, daha çok iletişim kuranın, daha çok bilenin, bildiğini daha güzel yorumlayabilenin, edindiği bilgiyi yek diğerine veya yavrusuna daha güzel iletebilenin -bu özellikler koşullara uyum sağlamaya hizmet ettiği müddetçe- kayırıldığını ve varlığını sürdürebildiğini görüyoruz.

İletişime yarayan görme, duyma, koklama, ses çıkarma, his ve sair diğer iletişim olanaklarının bir çoğu için bu söylenebilir. Aslında tüm bunların aynı anda var olması biraz önce değindiğimiz bilenle bilmeyen ayrımının alt gruplarını oluşturuyor.

Yani bilenle bilmeyenin bir olmaması için, görenle görmeyenin, duyanla duymayanın, hissedenle hissetmeyenin de bir olmaması gerekiyor. Evrim, göreni görmeyene, duyanı duymayana, hissedeni hissetmeyene tercih etmekte ve nihayetinde koşullara uyum sağlamaya hizmet ettiği müddetçe bilenlerin zafer kazandığı bir yasaya ilerlenmektedir.

Koşullara uyum sağlamayı özellikle ve üzerine basa basa dile getirmemin sebebi bunun evrimin temel yasası olmasıdır. Ses çıkarabilmek bir taraftan bazı yönleriyle avantaj sağlarken, avlarını duyarak tespit edebilen bir avcı karşısında dez avantaj haline gelebilir. Aynı bizi biz yapan zekanın bir zaman sonra sonumuzu getirebilecek bir güce sahip olması gibi…

Az yukarıda bilginin subjektif bir tanımlama olduğunu söylemiştik. Tanımlamaların sayısı arttıkça varlık bildiğini kategorize edecek ve bildiği her iki bilgi arasında bir irtibat kuracaktır. Dolayısıyla bu yeni yetenek, bilmenin de üzerinde bir değere sahip olarak seçilecektir. Bildiğini kategorize ederek sınıflayabilen bunu yapamayandan daha üstün olacak, hayatta kalma yani koşullara uyum sağlama yeteneğini geliştirecektir.

Bilginin işlenmesi, bir bütün olarak karar ve karşı tepki sürecine dahil olması değerliyse bu ayrı bir organa aktarılırsa ve bu organ bu konuda uzmanlaşırsa hayatta kalmak ve varlığını devam ettirmek daha olası olacaktır. Böylece sadece bilgiyi edinen organlar değil, bilgiyi işleyen organlar da belirginleşti. Evrim yani koşullar bu organların yeteneğine göre seçim yaptı.

Bu anlamda evrim araştırmacılarının tespitlerine göre, insanların ateşi bulduktan sonra alet edavat yapımında daha hızlı bir ilerleme kaydetmeleri bir tesadüf değildir.

Ateş insan yaşamında bir çok şeyi değiştirmiştir.

Ateş öncelikle, insanların daha kolay sindirilebilen ve bünyeyi daha az rahatsız eden daha çok et yiyebilmelerine yol açmıştır. Daha çok et, daha çok protein ve beynin gelişimi için daha çok kimyasal tepkimeler demekti. Çünkü bir beynin gelişimi sadece hacminin artması değil, belirli bölümlerinin belirli işler için uzmanlaşması demektir. Bu da daha değişik vitaminler, daha değişik hormonlar gerektirecektir. Bu konu o kadar önemli ki, bilim insanları tarımın bulunmasından sonra insanın bedeninin ve düşünce gücünün bundan olumsuz etkilendiğini düşünüyorlar. Bedensel değişime, bulunan fosil kayıtları da şahitlik etmektedir. Çünkü bitkisel besinler, insanın fizyolojik gelişiminde et kadar değerli değildi.

Ateşin bulunması ve onun kontrol altına alınması, insanlar arasındaki iletişime çok başka bir boyuttan daha etki yapacaktır. Ateş varsa, insanlar aynı aile veya klan içerisinde birbirlerini daha çok GÖREBİLİRLER ve birbirleriyle daha çok ve zengin bir İLETİŞİM geliştirebilirler. Gün battığında hiç bir şey görülmediği için uyuyan ve daha az iletişim kuran bir varlık, gün batmasına karşın bir ışık kaynağı ile daha çok uyanık kalarak birbirleri ile iletişimi arttıran topluluğa nazaran daha az kayırılacaktır. Daha çok iletişim kurabilen, daha çok kayırılacak ve üstün tutulacaktır.

Bu nedenle evrim araştırmacıları, lisanın ve kültürün gelişiminde ateşin çok büyük bir önemi olduğuna inanıyorlar. Ateş, insanların diğer avcı hayvanlara karşı korunmalarında, barınak geliştirmelerinde, soğuk koşullarda hayatta kalabilme ve bir çok diğer meselede de çok etkili bir değişken olmuştur. .

Devam edecek

Ali Aksoy