Ahlaksız Evrim – 4

Kuran’ın bilgiye ve bilinene karşı olan tutumu nettir. O, bilineni kanıt (ayet) olarak kullanır. Bilinmeyeni, bilinenle delillendirir ve iddia ettiği bilinemeyene iman edilmesini yani inanılmasını ister. Evrimin teori olarak ortaya çıkışı da böyledir. Bilinenler ve gözlemlenebilenler üzerine bir teori olarak ortaya çıkmıştır. Ne var ki, bilim camiası bilineni esas aldığı için, bilinen üzerine bina edilen bu teoriyi o günden bu güne didik didik incelemiş, soruların ve merakın ardı arkası kesilmemiş, yeni kanıtlar birbiri ardına önce yerin derinliklerinden ve arzın geniş omuzlarından adeta fışkırmış, nihayetinde canlılığın ezeli dili DNA ile daha kesin bulgulara erişilmiştir.

Evrimin hatta jeolojinin, inanç sahasına bilinen ilk büyük darbesi yeryüzünün ve canlılığın yaşı olmuştur. Evrenin yaşını altı bin yıl olarak gören inanç, jeolojik bulgularla hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde yıkılmıştır. Darwin’in insanın atasıyla primatların mesela maymunun atasının aynı olduğu ve tüm canlıların birbirlerinden türediği iddiası, yaratılış düşüncesini temelinden sarsmıştır. Zira, ilahi dinler ortak bir dille insanların Adem ve eşinden türeyip geldiğini, Ademin çamurdan yaratıldığını, yasak meyveyi yediği için eşiyle birlikte cennetten kovulduğunu söylüyorlardı. Bu inanışa göre, her bir canlı Tanrı tarafından tek seferde (bir anda) ve mükemmel bir biçimde yaratılmıştı. Evrim savunurlarının iddialarına getirdikleri kanıtlar arttıkça, karşıt görüş inkarın çeşitli varyasyonlarını uygulamaya geçirdi.

Bu savaşın sonu bellidir. Hangi taraf kanıtlara ve kanıtların işaret ettiği gerçeğe dayanıyorsa galip gelecek olanlar onlardır.

Kuran’ın Adem ve eşine dair kıssaları sembolik bir anlam örgüsünde değerlendirilebileceği gibi, onlar Afrikadan göç eden topluluklardan birinin önderleri de olabilirler. Yahut Kuran, indirildiği dönemde yaşayan doğrudan, gerçek ve biricik muhataplarına “o günün din dili” ile amacına, temel mesajına uygun kıssalar vasıtasıyla sesleniyor olabilir. Kuran’ın görünürdeki anlatımına ve bu anlatımın geleneksel yorumuna uymuyor diye apaçık kanıtları reddetmek yerine, bu kanıtlara rağmen Kuran’ın anlatımının nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde düşünmek, Kuran’ın gerçeğe ve gerçeğe ulaştıran kanıtlara verdiği değere daha uygun düşecektir.

Bunun yanında Kuran’ın kıssacı anlatımının edebi yoğunluklu olduğu, kıssalar yoluyla mesajını aktarmayı, tarihsel bir vakayı anlatmaya yeğlediği bilinen bir gerçektir. Gerçekten M. Ahmet Halefullah’ın “Kuran’da Anlatım Sanatı” isimli kitabında detaylarıyla açıkladığı üzere, Kuran kıssaları tarihsel bilgi vermekten öte dini mesajlarını aktarmaya odaklanmıştır. Bu nedenle kıssalarda belirli bir kronoloji takip edilmez. Bir surede belirli bir kronolojide anlatılan aynı husus bir başka surede farklı bir kronoloji ile anlatılabilmektedir. Allah’ın hata ettiği düşünülmeyeceğine göre bunun geriye kalan tek mantıklı izahı, kıssaların Kuran mesajını öncelikleyen edebi pasajlardan ibaret olduğudur. Hal böyle olunca, Adem ve yaratılış kıssaları da mesaj yoğunluklu edebi kıssalar olarak değerlendirilmek durumundadır.

Kuran’daki Ademin iki oğlu kıssasında kardeşinin cesedini gömmeyi bir kargadan öğrenen diğer kardeşi okuduğumuzda; bunu Homo Sapiens ile ölülerini gömme alışkanlığı bulunan Neardental insanının Avrupadaki karşılaşması ile yorumlama girişimi dahi hiç bir kanıta dayanmayan izahlar getirmekten daha etik, daha gerçekçi olacaktır. Ön yargıların etkisi altında hemen ve toptan red girişimi yerine sonucu her ne olursa olsun ve her ne pahasına olursa olsun sadece gerçeğe ulaşmaya odaklanmalıyız.

Ön yargılarımızın etkisinden kurtulmak, dini yaşamımız açısından da büyük öneme sahiptir. Kuran’a göre, inkarcılar Kuran’a ancak önceki inkarları yüzünden inanmamaktadır. Yani ön yargılar, Kuran’ı inkarın en önemli sebeplerinden biridir. Ben “Kuran okurken kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” şeklindeki emrin -ki bu emir neredeyse “euzu besmele” denen bir söz dizisine indirgenmiştir- “ön yargılardan arın” anlamına geldiği kanaatindeyim. Dudaklarımızı kıpırdatıp euzu besmele okumakla ön yargılarımızdan arınamayız. Bana göre bu ayet, kaynağı her ne olursa olsun ön yargılardan arınarak okunmadıkça Kuran’ın gerektiği gibi anlaşılamayacağını ilan etmektedir.

Kuran’ın titizlikle üzerinde durduğu ve Kuran’ın anlaşılmasına ve ona iman edilmesine engel gördüğü ön yargılarımız, bu gün bize -hem de Kuran’ı gerekçe göstererek- apaçık kanıtları inkar ettirmektedir. Demek ki, teorik olarak bu gün bir elçi gelse ve bize evrime dair ayetler okusaydı biz aynı bizden öncekiler gibi ön yargılarının esiri olmuş, çetin inkarcılar olacaktık. Öyleyse, kanıtlara dayanan ve bilimsel metodlarla açıklanan evrim konusundaki her bilgi ve veri de euzu besmelenin gereği yerine getirilerek okunmalıdır. Nihayetinde bu bulguların tamamı “kevni ayetler” kapsamındadır. Kuran ayetlerine verilen değer ve saygının tıpa tıp aynısını hak etmektedir. Tanrı, Kuran ayetleriyle Muhammet ve toplumuna seslendiği gibi kevni ayetleri ile de ona kulak veren bütün insanlığa seslenmektedir.

Kanıta teslimiyet, gerçeğe (Hakka), ayete teslimiyettir. Beşeriyet veya zan kanıtın kendisinde değil, kanıtın yorumundadır. Evrim araştırmacılarının ortaya çıkarttığı kanıtlarla bu kanıtlara getirdikleri yorumlar birbirinden farklı şeylerdir. Biri kanıt, diğeri yorumdur. Benim önerdiğim teslimiyet yoruma değil kanıtadır. Gelecekteki bilim adamlarının bugünkülerin yorumlarını daha zengin kanıtlarla değiştirmesi, güncellemesi de mümkündür. Bilim, kanıtlara teslimiyetle, yorumlara ise daima şüpheyle yaklaşmayı gerektirir.

Evrimin doğru bir biçimde anlaşılmasının önündeki bariyerlere bu şekilde kısaca değindikten sonra asıl konumuza dönebiliriz.

Devam Edecek

Ali Aksoy