Ahlaksız Evrim – 2

Kitabın konusu; canlılarda evrim olarak beliren sebep sonuç akışının, biyolojik sonuçlarından çok kültürel ve etik sonuçlarıdır. Kültürümüzü oluşturan olgular nereden çıktı ? Din, ahlak, kanunlar ve bilinç gibi soyut unsurlar ne zaman ve ne sebeple ortaya çıktı ? Bu kültürel ve etik sonuçlar, bundan sonra nelere sebep teşkil edecek ? Ve hepsinden önemlisi, insanoğlu üç milyar yıllık bu deneyimden nasıl istifade edebilir. Evrim, insanın sorunları açısından öğretici, yol gösterici olabilir mi ? Evrim sürecinde canlıların genetik kombinasyonlarındaki değişimler sonucunda ortaya çıkan çözümler, insanın veya insanlığın ihtiyaçlarına uyarlanabilir mi ? Mesela, davranışsal açıdan asosyal durumda olan bir insan, asosyalliğin getirdiği sorunları aşmak için evrimden stratejik deneyimler aşırabilir mi ? Yoksul bir ülkedeki zengin bir adam, bu avantajlı konumunu sürdürmek için ne yapmalıdır ? Evrim sürecinde bunun bir iz düşümü var mı ? Evrimin tüm canlılara şamil “ahlaksız” çözümlerini insan için ahlakileştirebilir miyiz ?

Ancak bu çok kritik konulara geçmeden önce “mecburen” aşmamız gereken bazı bariyerler, perdeler, engeller var. Maalesef ileri derecede düşünme ve muhakeme etme yeteneğine sahip olan insanda, bu becerinin yan etkisi olarak ortaya çıkan diğer başka eğilimler yüzünden evrim yeterince anlaşılamıyor.

Bu yan etkilerin en önemlisi ön yargıdır. Şimdi burada esaslı bir biçimde evrim var mıdır, yok mudur tartışmasına girmeyeceğiz. Fakat, ön yargılar yüzünden evrim yoktur diyen kitleler için onların yöntemlerine dair eleştiriler getireceğiz. Bunu yaparken de özellikle konuyu kendi varsayımları ve doğruları üzerinden giderek yapacağız. Bu tartışma metodu incitici olmasına karşın pratik sonuçlar doğurması bakımından önem arz etmektedir.

Malum olduğu üzere, evrim canlıların doğal seçilimle yani koşullara uyum sağlayanların hayatta kaldığı bir ilerleme yöntemi ile varlıklarını sürdürdüklerini, canlıların genetik kodlarında mevcut bulunan çeşitlilik ve mutasyonlar neticesinde canlılar içerisinde hayatta kalarak varlığını sürdürenlerin atalarına göre daha değişik genetik yapıya sahip olduklarını, bu değişimlerin zaman içerisinde kendi dinamikleri içerisinde bir türü bir başka tür haline getirebildiğini, nihayetinde tüm canlıların üç milyar yıl süren bir seçilim sonrasında ortak atalardan günümüze çeşitlenerek geldiğini beyan eder.

Dikkat çeken bir örnek olarak insanın maymundan türediğini değil, insanla maymunun atasının ortak olduğunu söyler. Sonuç olarak evrime göre tüm canlılar birbirlerinin kök atalarından türeyerek gelmişlerdir.

Evrim teorisine karşı çıkanların büyük çoğunluğu, bu karşı çıkışı dini inanış ve kaygıları temelinde ortaya koymuşlardır. Onlara göre evrim, Tanrının tüm canlıları tek seferde ve mükemmel olarak yarattığı inanışına temelinden aykırıdır. Evrim savunurlarının ele başları, dini, Tanrı inanışını yok etmeye ve bunun yerine ateist düşünceyi yerleştirmeye çalışan kafirlerdir. Hepsi dünyayı idare eden illimünati ve benzeri gizli örgütlenmelerin yürüttükleri planlı bir harekatın piyonlarıdır. Bu çabaları için sahte fosiller icad etme başta olmak üzere her kepazelik ve sahtekarlığa başvurarak insanları kandırmaktadırlar.

Evrim karşıtları bu temel varsayımının ardından kendi iddialarını kanıtlamak yerine evrim savunurlarının iddialarını çürütme amaçlı savlar ortaya koymuşlardır.

Muhakeme ve müzakerenin en temel kuralı, iddia sahibinin iddiasını ispata yarayacak kanıtlarını ortaya koymasıdır. Muhakeme ve müzakerede kanıtlar yarışır. Bir taraf bir iddiada bulunur ve kanıtlarını ortaya koyar. Öbür taraf varsa bir yandan kendi iddiasının kanıtlarını ortaya koyarken karşı tarafın kanıtları hakkında da eleştiriler getirir.

Ne var ki, evrim tartışması hiç bir zaman bu kural dahilinde gerçekleşmemiştir. Evrim karşıtlarının evrim savunurlarının kanıtlarını eleştirdikleri vaki olmakla birlikte çoğunlukla hiç bir kanıt ileri sürülmeyen karşı savlarla evrime karşı çıkılmıştır.

Biz şimdi bu bölümde kısaca, islam aleminin evrime karşı ortaya koyduğu itirazları içerikten ziyade yöntem yönüyle irdeleyeceğiz. Ve bu yönteme dair eleştirilerimizi İslamın temel kaynağı olan Kuran’ın eleştirel yöntemini esas alarak yapacağız.

Kuran’a göre Allah hakkın, yani gerçeğin ta kendisidir. (xxx) Gerçeğin zıddı ise batıl, yani sahtedir. Peygamberler, toplumlarına gerçeği getirmişlerdir. (Bkz. 2/119) Kuran Rabb’den gelen bir gerçektir. (Bkz. 2/144, 2/147, 2/176, 2/211, 2/252, 3/60) Allah, geçmişe dair kıssaları gerçek olarak anlatır. (Bkz. 3/62,) Gerçek geldiğinde, sahte kaybolur. Allah sözü ve kanıtıyla gerçeği sahtenin üzerine attığında, gerçek sahtenin beynini (yani temelini, özünü, dayanaklarını) parçalar ve yine sahte bu suretle yok olup gider.

Kuran’ın daha pek çok ayetinin sarih beyanıyla kesin olarak söyleyebiliriz ki, Kuran’ın “gerçek” le en ufak bir problemi olmadığı gibi insanları da daima olumladığı gerçeğe çağırır. Kuran’ın “gerçek” hususunda şaşmayan prensibi, gerçeğe çağırmanın yanında batıldan sakındırmayı da içerir. Kuran’ın gerçeğe olan çağrı ve yönlendirmesinde en önemli aracı “ayetler” yani türkçesiyle “kanıtlardır”. O halde şunu söyleyebiliriz ki Kuran’a göre neyin gerçek olduğu hususunda belirleyici olan şey kanıtlardır.

Kuran, kanıtsız bilgiyi sevmez ve aşağılar. Muhataplarına daima kanıtları referans gösterdiği gibi, karşıtlarından da sürekli olarak kanıt ister.

Kuran’ın kanıt kaynakları çok çeşitlidir. Kuran’a göre, yerde, gökte, bütün canlıları yaratıp yaydığı suda, kendi nefislerimizde, yediğimiz şeylerde, hayvanlarda kısacası her yerde ayetler yani kanıtlar vardır. İnsanlar bu kanıtlara iyiden iyiye bakmalı, üzerinde tefekkür etmeli, akıl yürütmelidir. Bu kanıtlar yine Kuran beyanına göre, sakınmak isteyenler için, akıl sahipleri için, temiz akıl sahipleri için, düşünecekler için, müminler için vardır. Yani ancak onlar bu kanıtlara erişip doğru bir amaç için yorumlayabilirler.

Kuran için kanıt çok önemlidir. Kendisine karşı çıkanlardan da muhakkak kanıt ister. Hatta, bir bilgi kırıntısını dahi kanıt olarak ciddiye alınabilir bulacağını ilan eder.

Kuran gibi İncil’e göre de İsa, gerçeğin insanı özgür kılacağını söyler ve insanları gerçeğe çağırır.

Tüm bu anlatımlara bakınca, Kuran inanırlarından beklenen tavır ancak bir “kanıtçı” olmalarıdır. Kanıtçı olmak, yani her şey için bir delil, bir gösterge, bir kanıt aramak, gerçekçi olmanın yöntemidir. Kanıtçı olmadan gerçeğe erişilemez.

Hal böyleyken Kuran inanırları çeşitli sebeplerle evrim karşıtlığının kanıtsız öncüleri olma yolundadır. Evrimi araştıran bilim insanları ise, haberleri bile olmadan ve Kuran inanırlarının aksine; “Yer yüzünde gezip dolaşın da, Allah’ın ilkin yaratmaya nasıl başladığına bir bakın” diyen Kuran ayetinin gönüllü ve profesyonel birer uygulayıcısıdır. Gönül isterdi ki, Kuran inanırları da yer yüzünde gezip dolaşıp Allah’ın yaratmaya ilkin nasıl başladığına baksın ve “tüm canlılar bir tek candan meydana gelmiştir” diyerek Kuran’ın bir başka ayetini tasdik eden evrimcileri kanıtlarla çürütsünler.

Bu mistik söyleşi bir tarafa, bu hiç bir zaman böyle olamayacaktır. Çünkü gerçek, görünüm ve algılama yönüyle saptırılabilse bile hiç bir zaman değiştirilemez. Kuran’ın kendi pasajları içerisindeki söz dizeleriyle aynı ismi verdiği Kuran dışı kanıtlar yani ayetler, bize bağıra çağıra evrimin varlığını ve kuşkusuz gerçekliğini haykırmaktadır. Evrim geçiren canlıların “Levh-i Mahfuz”u veya Kutsal Kitabı olan DNA, evrimin varlığını hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak kesinlikte ortaya koymuştur. İsterse inkarcılar hoş görmesinler…

Bu konudaki ikinci problem kafirliktir. Kuran’a göre küfür bir şeyin üzerini örtmektir. Küfür, Kuran inkarcılarının vasfı olarak anıldığında anlamı “gerçeğin” üzerini örtmektir. Kuran, Allah’tan gelen bir gerçek olduğu ve resuller de gerçeği getirdiği için bunu örtbas etmeye çalışanları, içindeki kanıtları “bile bile” inkar edenleri “kafir” olarak tanımlar. Bu tanıma bakılırsa, evrim araştırmacılarının getirdiği kanıtları elinin tersiyle iten inkarcıların, dünyanın çeşitli yerlerinde “evrim” konusunu ders kitaplarından çıkarma ve evrim gerçeğinin öğrenilmesine engel olma çabaları düpedüz kafirlikten başka bir şey değildir.

Üçüncü mesele, evrim inkarcılarının Tanrı hakkında çok ciddi bir küçümseme içinde bulunmalarıdır. Kuran’a göre yerler ve gökler altı günde / aşamada yaratılmıştır. Buna isyan eden, karşı çıkan herhangi bir müslüman görmedim. Fakat, ne hikmetse alemlerin aşama aşama yaratılışına inanan insanlar canlıların bir anda yaratılmış olması gerektiği saplantısı içindedirler. Yerleri ve gökleri aşama aşama yaratan Tanrı, canlıları niçin aşama aşama yaratamasın ki ? Bu bir acziyet midir ? Tanrı’yı mümkün mertebe “insansılaştıran” bu yaklaşım, Tanrı’nın dolaylı yaratışını kavrayamamaktadır. Dolaylı tutum ve dolaylı etki, daima doğrudan etkiden daha zor ve karmaşıktır. “Ben bir insan yaratacağım” diyerek sıfırdan insanı dizayn etmek mi daha zordur, yoksa bir tek hücreden tüm canlıları türeterek ondan ona, şundan buna evirip çevirerek nihayetinde insanı ortaya çıkarmak mı ? Hemen cevap verelim: Tesadüfü planlamak gerçekten işlerin en zorudur !

Devam edecek

Ali Aksoy